DEVRİMCİ GENÇLİK MÜCADELESİ ÜZERİNE (Kırmızı Broşür)

1990

Ülkemiz gençliği bugün tam bir ideolojik keşmekeş, ciddi bir örgütsel dağınıklık ve kesintili, cılız bir eylemlilik içerisindedir. Bu durum ideolojik-politik netliğe kavuşmuş bir gençlik mücadelesi perspektifinin ve hareketinin eksikliğini sancılı bir biçimde hissettirmektedir.

12 Eylül döneminde doruk noktasına ulaşan depolitizasyon uygulamalarının etkileri günümüzde de hala sürmektedir. Açık faşizmin her çeşit kitle pasifikasyonu yöntemi ve yoğun bir terör ve demagoji kampanyası ile teslim almaya, sindirmeye, etkisizleştirmeye çalıştığı toplumsal muhalefet içinde yer alan geniş gençlik yığınlarının da diğer halk güçleri gibi politikadan uzak tutulması doğrultusunda önemli başarılar kazanmıştır. Bugün geniş gençlik kitlelerinde ülke sorunları ile ilgilenmeyen, kendi sorunlarını bile sahiplenmeyen bir bakış açısı etkilidir. Solu etkisizleştirme programı en çarpıcı yöntemlerle gençlik içinde de uygulanmıştır. Kendisine gençliğin öncüsü misyonunu yükleyen değişik siyasi gruplardan hiçbiri henüz bütünüyle bu politikaları geçersiz kılacak imkân ve araçları, alternatif politikaları ortaya koyabilmiş değildir. Mevcut öğrenci dernekleri bile gerçek anlamda birer kitle örgütü olma özelliğini kazanamamış durumdadır ve pratikte bunlar esas olarak yalnızca gençliğin politikleşmiş, en ileri unsurlarını barındırabilmektedir. İyi niyetli birçok unsur yaşanan boşluğun farkına varmakta fakat yine de mücadeleden uzak durmaktadır. Ve bu uzak duruşta yasal derneklere hala yasadışı örgüt işlemi yapılması ve bunun kitlelerde yarattığı tedirginlik kadar, yine bu derneklerin kitlelerin gözünde henüz yeterli bir meşruiyet (güvenilirlik) kazanmamış olmalarının da payı bulunmaktadır.

Tüm bu gerçekler, yaşanılan sürecin sorgulanmasını, sorunların irdelenmesini ve çözümler üretilmesini zorunlu kılmaktadır. İnanıyoruz ki, bugün yaşanan sürecin bu olumsuz yönleri, ancak gençliğin sorunlarına devrimci çözümler getiren, geniş gençlik yığınlarını devrimci bir doğrultuda seferber edebilen, toplumsal muhalefet içerisinde etkin bir biçimde yer alan, dinamik ve güçlü bir DEVRİMCİ GENÇLİK HAREKETİ ile aşılabilir.

Gençlik mücadelesinde yer alan devrimciler bu görevi yerine getirecek birikime sahiptirler. Yeter ki, bugünün görevlerini yaratıcı şekilde karşılayacak bir politik kararlılık, devrimci enerji ve bakış açısına olan ihtiyaç ve bu ihtiyaca uygun bir çalışma tarzı, mücadele ve örgütlenme anlayışı gözden kaçırılmasın…

DEVRİMCİ GENÇLİK VE DEVRİMCİ HAREKET ÜZERİNE

Bir ülkedeki toplumsal muhalefetin gücü bakımından önemli göstergelerden birisi, gençlik muhalefetinin erişmiş olduğu düzeydir. Gençliğin etkin bir biçimde yer aldığı toplumsal hareketler önemli bir gelişme dinamiğinden yoksun kalmış sayılmalıdır.

Gençlik hareketi toplumsal sınıf mücadelesinin özgün bir parçasıdır. Gençlik ayrı bir sınıf değil, sınıflar düzleminde görece özerk konuma sahip toplumsal bir kategoridir. Farklı sınıfsal kesimlerden gelen insanları içine alan, heterojen bir toplumsal kategori olan gençlik, toplumsal değişimin en dinamik kesiminden birini oluşturur. Bundan dolayı, toplumsal değişimin en yüksek biçimi olan devrim, gençliğin etkin katılımının dışında düşünülemez.

Ülkemiz sol hareketinde her düzeyde var olan dağınıklık, gençlik hareketine de yansımaktadır. Devrimci Gençlik hareketi ise, özel olarak Devrimci Hareketin yenilgisinden sonra ortaya çıkan genel bir gerilemenin sonuçlarını yaşamaktadır. Kendisini toplumsal muhalefetin her düzeyinde hissettiren bu durum nedeniyle Devrimci Gençlik hareketinin gelişmesi, Devrimci Hareketin gelişimine bağlı bir süreç olarak ele alınmalıdır.

Bugün Devrimci Gençlik hareketinin gelişmesi, gençliğin devrimci eyleminin birliğinin sağlanması ile mümkündür. Bu görevin bir yönü, gençliğin, devrimci bir mücadele programı çerçevesinde ifadesini bulan eyleminin yaratılmasıdır. Diğer yönü ise, bu eylemin üzerinde gelişeceği örgütsel yapının (gençlik örgütlenmesinin) oluşturulmasıdır. Gerçekte bir ve aynı sürecin iki yönünü oluşturan bu ikili görev arasında bir öncelik, sonralık ilişkisi yoktur.

Devrimci Gençlik hareketinin geliştirilmesi doğrultusunda atılacak adımlar, bir yandan en geniş gençlik kitlelerinin eylem birliğinin sağlanılması çabaları olarak anlam kazanırken, aynı zamanda bu adımların özel olarak Devrimci Hareketin gelişmesinin önündeki (ideolojik-politik, örgütsel vb.) sorunların çözümüne ve genel olarak sol hareketin (toplumsal muhalefetin) gelişmesine hizmet edeceği açıktır. Yine söylemeye gerek yok ki, Devrimci Hareketin en yetkin birliği ile devrimci, M-L bir partide gerçek ifadesini bulacaktır. Bu anlamda, mücadelesini politik iktidarı hedef alan bir toplumsal devrim sürecinin parçası olarak tanımlayan Devrimci Gençlik hareketinin gelişmesinin Devrimci Hareketin genel sorunlarının çözümü süreci ile birlikte değerlendirilmesi zorunlu bir önkoşuludur.

Peki, günümüzde Devrimci Hareketin yeniden üretilmesi ve aşılması için gereken adımlar hangi noktadan ve nasıl atılmaya başlanacaktır? Burada asıl olarak gençlik sorunları ile sınırlı konuştuğumuzu unutmadan ve Devrimci Hareketin genel sorunlarının çözümünü sadece kendimize yani gençliğe yüklemiş olmadan söyleyebileceklerimiz şunlardır:

Bugün Devrimci Hareketin önünde esas olarak 1975’lerde olduğu gibi ideolojik birlik yaratmak gibi sorun bulunmuyor. Bu anlamda, geçmişten günümüze birlik yolunda önemli adımlar atılmış olduğunu söyleyebiliyoruz. Geçmişte, temel teorik konularda yaşanan tartışma-ayrışma, mutabakat ve netleşme sonucunda ortaya çıkan saflaşma sürecinde ideolojik birlik konusunda önemli bir mesafe katedilmiştir. Elbette, bundan çıkarılacak sonuç Devrimci Hareketin teorik sürecinin bitmiş-tamamlanmış bir süreç olarak algılanması değildir, geçmişte Devrimci Hareket kendi gelişimini pratik bir süreç ve buna denk düşen bir teorik süreç olarak nasıl çizdiyse, bugün de bu süreç gereken boyutlarda kendini ortaya koymak durumundadır.

Geçmişte, genel olarak sol hareketteki gruplar ve bölünmeler ortadan kalkmamış olsa da bunların tek tek önemini yitirdiği, Devrimci Hareketin ideolojik-politik kimliği ile özel olarak belirginleştiği bir saflaşma yaşanmaktaydı. Ne var ki, Devrimci Hareket böyle bir saflaşma sürecinde iken, partileşme sürecini yaşıyor iken, 12 Eylül faşizmi koşullarında ağır bir yenilgiyle karşılaşmış ve süreç, bu anlamda kesintiye uğramıştır. Demek ki, bugünkü sorun, bu saflaşmanın yaşanmış olsa bile tamamlanmamış olmasında yatmaktadır. Buradan, “kaldığımız yerden devam edebiliriz” gibi basit bir sonuca ulaşılamaz. Çünkü söz konusu kesinlik- dağınıklık karşısındaki çözüm, basit bir süreklilik (düz bir çizgi) ya da toparlanma ile sınırlı olmaktan uzaktır. Uzaktır, çünkü mevcut dağınıklık olgusu, geçmişin basit bir tekrarı ile değil, sürecin ideolojik, politik vb. düzeylerde yeniden üretilmesi ve aşılması gibi bir teorik ve pratik faaliyet ve bunu hayata geçirebilecek bir anlayış ile ortadan kaldırılabilir. Bu bakımdan, her düzeyde yetkin ve devrimci bir birlik yaratma sorunu “dağınıklık karşısında toparlanma” gibi anlayışın ötesinde sürecin her düzeyde yeniden üretildiği ve aşıldığı bir birlik anlayışı ile ele alınmalıdır.

Şimdi ne yapmamız gerektiğini böyle bir öznel gerçekliği (yenilgi, dağınıklık, yeniden birlik) hesaba katarak ve bugünkü nesnel koşullar çerçevesinde tespit etmek gerekiyor. Devrimcilerin görevi bugün hayatın her alanında dağıtılmış bulunan politik eylemin birliğini yeniden yaratmak olarak biçimleniyor. (Kuşkusuz bu tespit, geçmişte politik birliğin, eylemin devrimci birliği üzerinde şekillendiği gerçeğini ortadan kaldıramadığı gibi, bugün ideolojik mücadele alanındaki görevlerin önemsizleştiği anlamına gelmiyor. Bugün eylemin devrimci birliğini yeniden yaratmak görevlerinin yanı sıra, ideolojik mücadele de bu göreve bağlı olarak ve bugünün sorunları ışığında yeni biçimlere bürünerek, yeni içerikler kazanarak önemini korumaktadır.)

Burada vurgulamak isteğimiz olguyu şu şekilde biraz daha somutlaştırmamız gerekmektedir; bugün, yenilgiden sonra yaşanan dağınıklık ortamında devrimci çevreler bakımından egemen olan özellik, bunların esas olarak 1971 sonrasında olduğu gibi ideolojik bir ayrışma nedeniyle bir arada bulunamamalarında değil, ama yine bir yenilginin, bu kez 1980 yenilgisinin sonuçlarından olmak üzere bu çevrelerin işçi hareketi, gençlik hareketi, öğretmen hareketi vb. üzerinde bir eylem birliği oluşturma yeteneğinden, imkan ve araçlarından ne dün olduğu gibi öncelikle ideolojik birlik arayışına yönelmek ne de çevreleri basitçe (nasıl olsa bugün ideolojik birliğimiz var anlayışıyla) bir araya getirmek doğru değildir. Bugün tüm devrimcileri ve devrimci çevreleri, devrimci bir partinin yaratılmasının hedeflendiği bir bakış açısıyla mücadele platformlarına sürükleyebilen (1) bir pratiğin yaratılması gerekmektedir. Farklı çevrelerin kendi başlarına bir anlam taşımadıkları ve kendi başlarına kaldıkları sürece bunların birer dukalığa dönüşecekleri açıktır. İdeolojik ayrışmaya denk düşmeyen bir farklılık ise ancak eylem birliğinin gerçekleştiği mücadele platformları üzerinde yok edilebilir. Öyleyse, Devrimci Hareketin birliği konusunda, bu çevrelerin basitçe bir araya getirilmesi yerine, bu çevrelerin dağıtılması ve unsurlarının somut mücadele platformları üzerinde yeniden konumlandırılmasının kabul edilmesi sağlıklı bir çıkış noktası olarak görülmelidir. Kısacası, Devrimci Hareketin birliği, mevcut çevrelerin federatif birliği olmayacak, bu çevrelerin dağıtılarak aşılmasıyla sağlayacaktır.

Öte yandan, Devrimci Gençlik hareketinin gelişimi ve birliği kendi başına sağlanacak bir olgu değildir. Devrimci Gençlik hareketi, sözünü ettiğimiz mücadele platformlarından birini oluşturmaktadır ve bu anlamda Devrimci Hareketin birliğinin gerçekleşmesinde önemli bir işleve sahiptir. Diğer alanlardaki (işçi, memur, öğretmen, kadın, gecekondu, köylü, insan hakları vb.) benzer mücadele platformlarında da eylemin devrimci birliği sağlanabildiği ölçüde Devrimci Gençlik hareketi kendi yalnızlığından kurtulabilecektir. Yaşanılan yenilginin yarattığı kimi subjektif koşulların etkisiyle, mücadele platformları kaçınılmaz olarak birbirinden özerk tarzda oluşmuştur ve bunların bir dönem görece özerk hareket etmesi söz konusu olabilmektedir. Ancak, nasıl ki Devrimci Hareketin birliği bakımından mevcut “çevre”lerin federatif birliği yerine bu çevrelerin dağıtılarak mücadele platformları üzerinde yeniden biçimlenmeleri sonucunda ve geçici olarak birbirleriyle bağlantısız ya da zayıf bağlarla ilişkilendirilmiş mücadele platformlarının federatif bir yapılanması değil, tersine bunların bir üst birliğe sıçratılarak bütünleştirilmesi gereklidir. Kuşkusuz böyle bir bütünleşme basitçe ve hemen bugünden yarına elde edilebilecek bir sonuç olarak görülmemelidir. Böyle bir bütünleşme doğrultusunda bugünden atılabilecek adımlar için gerekli ideolojik birlik ve bu birliğin ürünü olabilecek bir ortak politik çizginin benimsenmesi yeterli görülmelidir. Farklı mücadele platformlarda yer alan devrimciler, ortak politikalar doğrultusunda, aynı hedefler için hayatın farklı alanlarında üzerinde düşen devrimci görevleri gerçekleştirme olanağına sahip olduklarının bilinciyle davranabildikleri ölçüde, Devrimci Hareketin birliğine yönelik bugünkü görevleri de kısmen üstlenmiş olacaktır. Demek ki, bugün yapılması gereken, hayatın her alanındaki mücadele görevlerini devrimci bir partinin yaratılmasının sonrasına erteleme den, “mücadelesiz örgütlenme-örgütsüz mücadele” ikilemine düşmeden; bu iki görevi (mücadele ve örgütlenme) birlikte ele alabilen bir anlayışla davranabilmektir.

Diğer mücadele platformları gibi, Devrimci Gençlik mücadele platformu da bu ikili görev başlangıçta birleştiren geçici bir dolayım olarak anlaşılmalıdır. Sorunun bu şekilde konuluşundan da anlaşılacağı gibi, güçlü bir Devrimci Gençlik hareketinin geliştirilmesi ile Devrimci Hareketin gelişmesinin önündeki sorunların çözümü (ve süreç içinde giderek devrimci bir partinin yaratılması) farklı düzey ve kapsamlardaki görevlere denk düşmektedir; birincisi özel, ikincisi genel türden görevlerdir ve yine birincisi mücadelenin bir parçasını temsil ederken, ikincisi mücadelenin bütününü temsil etmektedir. Bu nedenle, Devrimci Gençlik. Devrimci Hareketin teorik ve pratik olarak yeniden üretilmesinin önünde duran sorunların tümünü tartışmak ve çözümler üretmek durumunda değildir, olamaz da. Biz kendimizi bu sürecin bir parçası olarak tanımlayacak ve kendi düzlemimizde Devrimci Hareketin çıkış noktalarından biri haline gelirken, onun teorik ve pratik yeniden üretim faaliyetine yine kendi düzlemimizde en etkin biçimde katılmak için çaba sarf edeceğiz.

Bu noktada, aynı şekilde yalnızca Devrimci Hareketin geçmiş ideolojik-politik çizgisini onaylayan gençlik çevrelerinin basitçe bir araya getirilmesi ve 70’li yılların Devrimci Gençlik Dev-Genç çizgisinin basit bir ideolojik-politik-örgütsel tekrarı biçimindeki bir çabayı Devrimci Gençliğin birliği için yeterli gören bir anlayıştan da uzak durmak gerekmektedir. Böylesi bir anlayış, gelişebilecek güçlü, militan bir gençlik hareketini mevcut dar grup faaliyetlerinden birine indirgemek olur. Oysa bugünkü görev, gençliğin içinde bulunduğu koşulların doğurduğu devrimci öğeleri kavrayabilmek ve bunları etkin bir biçimde değerlendirmektir. Güçlü bir Devrimci Gençlik hareketi oluşturmak için yola çıkan bizler bugün hiçbir hareketin ve grubun sahip olmadığı zengin ve çok yönlü bir mücadele deneyimini miras almaktayız. Geçmişimiz 20 yıllık DEV-GENÇ mücadelesine dayanmaktadır. Bu çok önemli bir avantajdır. Öte yandan, ağır bir yükün altına girmiş bulunuyoruz, zira DEV-GENÇ geleneğini sürdürebilmek ciddi bir sorumluluk, özveri ve yaratıcılık gerektiren zor bir görevdir. Üstlendiğimiz zengin mirası en olumlu bir biçimde değerlendirmeye, geliştirmeye ve girdiğimiz ağır yükün altından kalkmaya kararlıyız.

NASIL BİR ÜLKEDE YAŞIYORUZ

Ülkemiz 1945’ler sonrasında emperyalizmle yeni sömürgecilik ilişkileri içerisine girmiş bağımlı bir ülkedir. Baştan beri emperyalizme bağımlılık ve pre-kapitalist ilişkilerin devrimci bir tarzda tasfiye edilmemiş oluşu ülkede cılız bir sermaye birikimine neden olmuştur. Böylece 1945’ler sonrasında bütünüyle emperyalist sistemin gereklerine göre şekillenen, kendi dinamikleriyle değil baştan itibaren dış dinamiklere bağımlı tekelci çarpık bir kapitalizm yukardan aşağı gelişmiştir. Kapitalizmin kendi iç dinamikleriyle gelişmeyip dışa bağımlı ve çarpık oluşu sürekli bir krize yol açmaktadır. Temelinde sürekli bir ekonomik krizin yarattığı ve egemen sınıflar ittifakının (oligarşi) istikrarlı bir yönetim oluşturamamasında ifadesini bulan bir siyasal kriz sürekli gündemdedir. Bu istikrarsızlık, oligarşinin halkı yönetememesinde ve kendi iç çelişkilerinde somutlanmaktadır. Ülkenin tarihsel özellikleri ve dışa bağımlılığın yarattığı krizli yapı, egemen ittifakın ülkeyi baskı, zor ve terör temelinde yönetmesine neden olmaktadır. Baskı ve terörün sürekli icrası, tekelci sermayenin egemen itti- fak içerisinde ağırlık kazanması süreci ile birlikte sömürge tipi faşizmin kurumlaşmasını ve biçimlenmesini gündeme getirmiştir. Sömürge tipi faşizmin biçimlenişi sınıflar mücadelesinde devrimci halk güçlerinin, demokrasi güçlerinin mücadelesinin ve egemen sınıfların kendi aralarındaki mücadelenin ortak bir kesişeni olarak sarmal bir gelişim seyri izlemektedir.

1970’lerin sonlarında ülke ekonomisi kredi, döviz vb. finansman sorunlarının başı çektiği derin bir dar boğaza girmiş, emperyalizme bağımlı ithal-ikameci sanayileşme tıkanmıştır. Bu durumda egemen sınıflar 24 Ocak kararlarıyla, mevcut darboğaza çare arayarak, emperyalizmin yeni reçeteleri uyarınca yeni bir ekonomik program (yeni bir birikim ve paylaşım pro- gramı) uygulamaya başladılar. Düşülen ekonomik darboğaza paralel olarak derinleşen iç savaş süreci, siyasi krizin derinleştiğini göstermekteydi. Yönetenlerin yönetemediği, yönetilenlerin bu şekilde bir yönetimi reddetme yoluna girdiği, kitlelerin durumlarından hoşnutsuzluklarını değişik siyasi kanallardan yaygın bir eylemlilikle açığa vurdukları bir dönüm noktasında, ülke tarihinin en derin bunalımı yaşamaktaydı. Ancak genel olarak solun, özel olarak Devrimci Hareketin öznel konumu, yaşanan süreci devrimci bir doğrultuda yönlendirebilecek yeterli kapasite ve yetenekte değildi.

Süreci hızlandıran bir başka etken ise, ABD emperyalizminin özellikle İran ve Afganistan’daki gelişmeler sonrasında Ortadoğu’da stratejik gerilemeler kaydetmiş olmasıydı. Emperyalizm daha saldırgan politikalara yönelirken, bu politikaları yürütecek yeni karakollar gerekiyordu. “İç istikrarını” sağlamış, bir başka deyişle bütün muhalefeti susturulmuş bir Türkiye bu görev için idealdir.

İçteki ve dıştaki bu gelişmeler egemen sınıfların ve emperyalizmin müdahalesine yol açtı ve 12 Eylül faşizmi ülke üzerine bir kâbus gibi çöktü.

12 Eylül çok yönlü bir sosyal, ekonomik, siyasi programı hayata geçirdi. Siyasi yaşamda faşizmin resmi ve gayri resmi kurumlaşmasının güçlü ve kalıcı bir biçimde yeniden yapılandırılması gündeme geldi. Uygulanan ekonomik program, ülke ekonomisinin emperyalizmin uluslararası iş bölümü politikalarının ayrılmaz bir parçası haline getirirken içte tekelci sermayenin sorunlarını çözmeyi temel aldı. Orta sınıflar erozyona uğradı. Emekçi halk, yoksulluğun sınırlarını zorlarken, yatırımcılar için ucuz emek cennetinin köleleri haline getir ildi. Toplumun geneli açısından tam bir suskunluğun egemen olduğu bu dönemde daha önce üretilmiş olumlu ahlaki/moral değerlerde genel bir çöküntü meydana geldi.

Bir bütün olarak değerlendirildiğinde, 12 Eylül, emperyalizme ülke tarihinin hiç bir döneminde yaşanmamış bir ekonomik, siyasi, ideolojik, kültürel bağımlılık getiren; egemen ittifak içi dengeleri tekelci sermaye lehine önemli ölçüde değiştiren; emekçi halkın sosyal, ekonomik ve siyasi haklarının hemen hepsinin gasp edildiği bir yeniden yapılanma dönemi olmuştur.

Emperyalizmin uluslararası deneyimlerinden edindiği derslerle, açık faşizmin sürekli bir yönetim biçimi olarak sürdürülmesinin riski karşısında, 12 Eylülcüler iç dengeleri de gözeterek, yönetimi “seçimlerle” devrettiler. Böylece ANAP’la birlikte geçiş süreci başladı. 12 Eylül açık faşizminden, (12 Eylül öncesinde görülen biçimden önemli farklılıklar taşıyan) bir gizli faşist rejime geçilmekteydi. Bu geçiş hemen tümüyle tekelci burjuvazinin inisiyatifinde gerçekleşti.

Bir kural olarak düzenin “demokratikleştirilmesinin” boyutları, bu girişime önderlik eden sınıfların karakteriyle doğru orantılıdır. Türkiye gibi yeni sömürge bir ülkede, demokratik bir programı sindirebilme kapasitesine sahip olmayan tekelci burjuvazinin önderliğinde gündeme gelen “yumuşama”, yalnızca bir “yönetim hilesi” olma özelliği taşıyabilir. Nitekim ANAP yönetimindeki süreç 12 Eylül’ün parlamenter görünümdeki devamı niteliğindedir. Birkaç yıl gibi kısa sayılabilecek bir sürede ANAP’ın bilenen sosyal, ekonomik, siyasi programıyla istikrarlı bir yönetim oluşturmayacağı ortaya çıktı. Çerçevesi 12 Eylül döneminde çizilen mevcut kurumlar ve uygulamaları delinmeye başladı. Ancak kitlelerin tepkisi devamlı olarak pasif biçimlerde ortaya çıktı ve düzen içi kanallara aktı. Halk muhalefetinin çeşitli biçimlerdeki (insan hakları eylemlilikleri, Kürt direnişi, öğrenci eylemleri vb.) eylemlilikleri, geçiş sürecinin inisiyatifini egemen sınıfların elinden alarak, demokratik bir açılıma yöneltmekte cılız ve etkisiz kaldı.

Kitlelerin ve toplumsal muhalefetin bu durumu, 80’li yılların iki temel özelliği göz önünde tutulmadan anlaşılamaz. 80’li yıllarda sürece damgasını vuran bu özellikler ilerici, devrimci güçlerin ülke içinde ve uluslararası düzeyde ideolojik ve politik olarak gerilemelerinde, yenilgilerinde somutlanmaktadır.

Devrimci halk muhalefeti 12 Eylül sonrasında tarihinin en büyük yenilgisini yaşadı. Devrimci hareket açık faşizmin azgın saldırıları ile dağıtıldı; önder kadroları zindanlara atıldı, pusularda, işkencelerde öldürüldü. İç savaşın tüm günahları sola, devrimcilere yüklendi. Sivil- resmi faşist güçlerin saldırıları karşısında direnme onuruna sahip yüzbinlerce insan en acımasız uygulamalarla karşı karşıya getirildi. Emekçi halkların kendilerini yönetme doğrultusundaki tüm adımları bastırıldı; köyler, kasabalar, gecekondular, fabrikalar, üniversiteler askeri operasyonlarla işgal edildi. Kürt halkı üzerindeki milli zulüm had safhaya vardı. Bütün tarih boyunca olduğu gibi, bir kez daha yenilgiye uğrayan tarafın (bu kez devrimci halk güçlerinin) ideolojik ve moral değerleri ayaklar altına alınıp, hedef haline getirilirken, en inceltilmiş burjuva anlayışlardan en pespaye Amerikancılığa, en bağnaz gericiliğe varana dek her boydan egemen sınıf yaklaşımı ortalığı sardı. Devrimciler, örgütlülüklerinin fiziki olarak dağıtıldığı noktada, hiçbir mücadele alanına ilişkin perspektif sunamaz, politika üretemez, tavır geliştiremez duruma düştüler. Her toparlanma çabası şiddetle bastırıldı.

Öte yandan, 80’li yıllarda sosyalizm mücadelesi de dünya çapında bir gerileme dönemine girdi. ABD emperyalizminin Reagan’la zirveye ulaşan yeni soğuk savaş politikaları başarıya ulaştı. Emperyalist blok, önemli askeri-politik, stratejik ilerlemeler kaydetti; ulusal kurtuluş savaşları, “sosyalist” ülkeler ve emeğin örgütlenmeleri karşısında tam bir üstünlük sağladı. Böylece bugün emperyalizm lehine yeni uluslararası dengeler hızla oluşmaktadır. Sömürge halkları, ezilen uluslar, diktatörlüklerle ve emperyalizme karşı daha sınırlı taleplerle yetinir, burjuva-liberal önderlikleri kabullenir oldular. Bir anlamda, uluslararası “barış içinde birlikte yaşama” siyaseti, bir toplumsal barış siyaseti olarak ülkelerin içine yansıdı. Uluslararası ve ulusal dengelerin kendi lehlerine kısa vadede değiştirilemeyeceği fikrini pekiştiren hayal kırıklıkları, halklar için bir “düşmanla iyi geçinme” döneminin başlamasına neden oldu.

İşçi sınıfı gelinen noktada, silahlarını büyük ölçüde burjuvaziye kaptırmış durumdadır. Enternasyonalizm bayrağı düşmeye, ulusal sınırların aşılmasında işçi sınıfının ve sosyalist ülkelerin uluslararası dayanışması yerine burjuva politikaları alternatif haline gelmeye başlamıştır. Siyasal bağımsızlık adeta yalnız kapitalist sistemde var olabilecek bir olgu olarak algılanmaya başlamıştır. “Sosyalist” ülkeler burjuva demokrasilerinden ders alır duruma düşmüşlerdir. Bireylerin en özgür gelişme yollarını açmak yerine insan hakları açısından burjuva-demokratik normların bile gerisinde kalınarak, insani değerlerin savunuculuğu kapitalizmin tekeline terk edilmiştir. “Sosyalist” ülkelerde üretime yönelik yanlış ideolojik bakış açısı ve bürokratik işleyişin yol açtığı ekonomik başarısızlıklar, planlamanın “rasyonel” bir iktisadi araç olarak kapitalizme mal edilir olmasına neden olmuştur. Gerçeğin ve bilimin kitleselleşmesinde yönlendirmenin her iki tarafça da benimsenmesi, bu konuda çok daha ince yöntemler kullanan emperyalist ülkelerin daha saydam toplumlar oldukları görüntüsünü yaratmıştır. Sosyalistlerin entelektüel egemenlikleri, kültür alanındaki öncülükleri ve burjuva demokratik kültüre özgü ifadeler üzerinde yüzyılın ilk yarısında kurdukları hegemonya kırılmıştır.

Emekçi kitleleri arasında kendileri adına politika yapmak ve kendi çıkarlarını korumak için kurulan örgüt ve iktidarların kendi özledikleri, aradıkları dünyayı kurma güç ve yeteneğinde olmadığına dair bir kanı giderek yaygınlaşmaktadır.

İşte, bugünün emekçi kitleleri ve gençliği, içte yenilginin psikolojik, ideolojik ve politik etkilerinin solunduğu dışta ise sosyalizmin gerilediği bir atmosferde şimdiki duruma geldiler. Gelişecek tüm devrimci demokratik muhalefet hareketleri ve devrimci hareket bu temel sorunları sorgulamak ve aşmak zorundadır.

GENÇLİK MÜCADELESİ ÜZERİNE

Ülkemiz gençliği uzun ve güçlü bir mücadele geleneğine sahiptir. 60’lı yılların ikinci yarısından itibaren nitel bir değişim geçiren gençlik hareketi, o günlere kadarki geleneksel reformist çizginin yedeği olmaktan çıkmıştır. DEV-GENÇ gençlik mücadelesine devrimci bir perspektif getirerek sürece damgasını vurmuştur.

60’lı yıllardaki anti emperyalist meşaleyi en önde DEV-GENÇ militanları taşımaktaydı 70’li yıllarda ülke tarihinin belki de en özverili mücadelesini yine en başta DEV-GENÇ göğüsledi. Gençliğin ve giderek tüm emekçi halkın başına musallat edilen faşist çetelerin terörü karşısında Devrimci Gençlik, binlerce ölü ve yaralı verme pahasına devrimci mücadelenin faşist çeteler eliyle bastırılmasına, üniversitelerin, okulların, mahallelerin faşist işgale uğramasına izin vermedi. 12 Eylül sonrasında ise, binlerce DEV-GENÇ militanı işkenceler- den geçirildi, zindanlara atıldı.

Yirmi yılı aşkın mücadelesiyle DEV-GENÇ, gençlik hareketini derinleştiren etkileyen bir mücadele geleneği oluşturmuştur. Bugün bizlere düşen görev, bu geleneğe uygun gençliğin devrimci eylemini yükseltecek dinamikleri yakalayıp gençlik mücadelesinin bütününe egemen kılmak ve gençliğin devrimci eyleminin birliğini yaratarak bugünün ve geleceğin kurucu öğelerinden biri haline getirmektedir.

12 Eylül faşizmi geçmişten dersler çıkararak, gençliğin devrimci dinamiklerini yok etmek için son derece sistemli bir program uyguladı. En yetkili ağızlardan yürütülen gençliğe yönelik suçlama kampanyası, baskı terör ve sindirme politikalarıyla at başı gitti.

YÖK’le birlikte üniversitelerde biçimsel özerklik dahi bırakılmadı. İlerici, demokrat öğretim üyeleri, yöneticiler görevlerinden alındı. Her kademede gerici, faşist kadrolar büyük bir özenle seçilerek görevlendirildi. İmam Hatip lisesi mezunlarına tanınan ayrıcalıklarla, gerici, faşist öğrencilerin örgütlenmeleri amacıyla her türlü olanağın seferber edilmesiyle, üniversiteler birer gericilik yuvasına dönüştürülmek istendi. Eğitim politikaları, devletin resmî ideolojisi haline gelen Türk-İslam sentezi doğrultusunda yeniden düzenlendi. Uluslararası iş bölümünde ülkemize yüklenen role uygun bir eğitim programı üniversitelerde yürürlüğe kondu. Yoğun bir sınav sistemi bilinçli olarak uygulanarak öğrencilerin toplumsal sorunlarla ilgilenmeleri engellenmeye çalışıldı. Öğrenim paralı hale getirilerek, üniversitelerde emekçi halk çocuklarının öğrenim görmesi zorlaştırıldı. Bu engelleri aşabilen yoksul kesimlerden gelen öğrenciler ise çalışmak zorunda kalarak en doğal sosyal ihtiyaçlarına dahi zaman ayıramaz hale geldiler. Hepsinden önemlisi, polisin işgali altındaki üniversitelerde polis-idare iş birliği, ispiyon ağları, disiplin mekanizması aracılığıyla öğrenci kıyımları düzenlenerek uygulamalara karşı en küçük bir ses bile bastırılmaya çalışıldı. Böylece, öğrenciler mezun ola- bilmek için kölece bir boyun eğişi baştan kabullenmek zorunda bırakıldı.

Liseli gençliğin durumu ise aynı derecede vahimdir. Öğretmenlere yönelik kıyım politikası, binlerce öğretmenin işten atılması, tutuklanması ve cezalandırılmasıyla ülke tarihindeki en ciddi vasıflı eğitici kıyımı haline dönüştü. Millî Eğitim Bakanlığı’nda gerici-faşist kadrolaşma büyük bir titizlikle sağlandı. Derslerin içerikleri ve müfredat yeniden düzenlenerek, anti-laisist, şoven, ırkçı bir eğitim programı yürürlüğe sokuldu. Ders kitapları bu doğrultuda ayıklandı, değiştirildi. Tam bir beyin yıkama programı yürürlüğe konuldu. Hala liseli gençler kişiliklerinin köşe taşlarının oluşturduğu bir dönemi korkunç bir otoriterliğin, kurallar silsilesinin boğucu cenderesi altında geçirmek zorunda kalmaktadır.

Bütün bunların bir sonucu olarak, gençlik mücadelesinin geçmişiyle bağları kopartılmış, 80 öncesine ilişkin yaygın bir antipati geliştirilmiştir. Ortaya, hiçbir toplumsal ideali olmayan, bireysel çıkarlarına olağanüstü düşkün, asosyal, bunalımlı, zayıf ve dejenere bir gençlik kuşağı çıkarılmak için elden gelen her şey yapılmıştır.

Bütün bunlara karşın, gençlik mücadelesi 1983 sonrasında cılız ve örgütsüz tepkiler biçiminde de olsa yavaş yavaş açık biçimler kazanarak üzerindeki ölü toprağını atmaya başladı. Çoğunluğunu ilerici, devrimci gençlerin oluşturduğu bir kesim, 1984 yılından itibaren öğrenci dernekleri bünyesinde örgütlenmeye başladı. Ancak, toplumsal muhalefetin dağınıklığı ve burjuva alternatiflerin sınırlarını aşamayan cılız karakteri, gençlik mücadelesi üzerinde de etkilerini gösteriyordu. 14 Nisan ve 28 Nisan gibi anlık yükselişlerine karşın gençlik mücadelesi istikrarlı bir gelişime çizgisine oturmadı. Faşizmin resmi güçlerinin üniversitedeki işgalinden zarar gören ilerici-demokrat gençler, mücadeleye karşı mesafeli tutumlarını sürdürürlerken, öğrenci dernekleri geniş öğrenci yığınları içerisinde gelişemedi ve marjinalize olma eğilimi gösterdi. Bu durum toplumsal muhalefetin cılız görüntüsüne paralel olarak, devrimci gençliğin geniş gençlik yığınları içinde güçlü bir çekim merkezi oluşturamaması biçiminde somutlanan bir “kriz” görünümü aldı.

1989 baharında derinleşmeye başlayan siyasal-toplumsal kriz, gelişen işçi eylemlerinin ve 26 Mart seçimlerinin etkisiyle oligarşinin içine yuvarlandığı temsil bunalımı ve 1 Mayıs olayları, genel olarak toplumsal muhalefetin ve özel olarak da gençlik mücadelesinin yaşamakta olduğu sorunların canlı bir biçimde kendisini göstermesine ve çözümün faşizme karşı, emekçi halka dayanan, tutarlı, etkin ve kitlesel bir mücadeleyi merkezine koyan bir politik saflaşmada yattığının açığa çıkmasını sağlamıştır. Ancak böylelikle sorun yalnızca ortaya konulmuş olmaktadır. Gençlik mücadelesi açısından ele alındığında, yaşanan krizin çözümünün bir yan- dan genel toplumsal koşullara bağlı iken, diğer yandan da Devrimci Gençliğin çok yönlü müdahalesine bağlı olduğu görülmektedir.

DEVRİMCİ GENÇLİK SORUNLARI NASIL DEĞERLENDİRİYOR

Devrimci Gençlik kendi sorunlarını ülkenin yeni sömürge konumundan kaynaklanan toplumsal sorunların organik bir parçası olarak görmektedir. Bu sorunların ancak işçi sınıfının bilimsel devrimci yöntemi (M) ile ele alınması halinde gerçek çözümlere kavuşturabileceğini savunmakta ve kendi çizgisini, emperyalizm çağında proletaryanın devrimci ideolojik-politik çizgisi (ML) içerisinde değerlendirmektedir.

Devrimci Gençlik, emekçi halkların emperyalizme, oligarşiye ve faşizme karşı gelişen bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm kavgasını kendi öz kavgası olarak ele alır. Emperyalizme, sömürgeciliğe, milli baskıya karşı ulusal kurtuluş savaşlarını, diktatörlüklere karşı demokrasi ve sosyalizm mücadelelerini destekler.

Devrimci Gençlik, Kürt halkına yönelik ulusal baskı politikasına karşı çıkar ve direnişin milli zulüm ile “çözümlenmeye” çalışılmasına karşı tavır alır, Kürt emekçilerinin ulusal demokratik taleplerini destekler. Kürt ulusal sorununun çözümünü Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı çerçevesinde ele alan Devrimci Gençlik, toplumsal kurtuluş mücadelesi ile ezilen ulusun kurtuluş mücadelesi arasında uygunluk olduğunu/ olması gerektiğini savunur. Bu nedenle bütün uluslardan emekçilerin ortak mücadele ve ortak örgütlenmelerini esas alan Devrimci Gençlik, Kürt gençliğinin direniş mücadelesinden ileri gelen özel sorumluluklarını göz önünde bulundurur ve etkinliğinin bir parçası sayar.

Devrimci Gençlik, düzenin ve sınıflı toplumların yol açtığı tüm sorunları her düzeyde sorgular. Gençliğin bu tür sorunlarının (dinsel baskı, çevre, kadın hakları, insan hakları vb.) çözümünün politik devrim sonrasına ertelemeksizin bugünden ele alınması ve gelecek toplum ilişkileri doğrultusunda geliştirilip yaşama geçirilmesi gerektiğini savunur. Ancak Devrimci Gençlik mevcut toplumda içselleşen bu sorunların tüm kapsam ve derinlikleriyle çözümlenebilmesinde devrimin yaratacağı dinamiklerin tayin edici rolünü bilincindedir. (2)

Devrimci Gençlik, gençlik mücadelesinin önündeki temel sorunları gençliğin bağımsız inisiyatifi ve aktif eylemini örgütleyerek çözmeyi hedeflemektedir. Eyleminin içerik bakımından meşruiyetini ise emekçi halkın devrimci eylemiyle bağlantısında arar. Bu doğrultuda gençliğin gereksindiği değerleri, davranış ve ilişki biçimlerini gençliğin devrimci eyleminin içinde yakalayarak yaygınlaştırır.

Devrimci Gençlik yer alacağı ittifak ve uzlaşmaları mücadele ve örgütlenme anlayışının ilkeleri çerçevesinde ele alır.

Devrimci Gençlik, üniversite gençliğinin özgül sorunlarının ancak “Özerk-Demokratik Üniversite” talebi, üniversitenin, ürettiği bilim, verdiği eğitim bakımından toplumun emekçi çoğunluğunun çıkarlarına uygun hale getirilmesini; toplumla kurduğu ilişkisinde demokrasi güçlerinin yanında yer almasını, üniversitenin kurucu unsurlarının (öğretim üyeleri, öğrenciler ve çalışanlar) tümünün, idari, eğitsel, bilimsel üretim ve güncel etkinliklerde söz, yetki ve karar sahibi olmasını,; üniversitenin kendi dışı ilişkilerini özgür biçimde düzenleyeceği idari-mali-bilimsel özerkliğe sahip olmasını; üniversitenin kurucu unsurlarına (özellikle öğrencilere) yönelik her tür şiddetten arındırarak, üniversite yaşamının insan hak ve özgürlüklerinin en yaygın ve derinlemesine gerçekleştirilen bir alan haline getirilmesini içerir. Bu nedenle, Devrimci Gençlik “Özerk-Demokratik Üniversite”nin basit yasal düzenlemelerle değil ancak bu doğrultudaki reformlar uğruna mücadeleyi devrimci mücadeleye bağlı kılarak ve devrimin yaratacağı dinamiklerin itici gücüyle elde edilebileceğinin bilincindedir. Devrimci Gençlik, orta öğreniminin gerici, faşist, şoven içeriğinden ve her türlü baskıcı otoriter uygulamalardan arındırılarak yeni bir insan yaratmaya yönelik bir içerikle donatılmasını savunur. Ve bu sorunun nihai çözümünün iktidar sorunuyla içiçeliğinin bilincinde olmakla birlikte, bu alanda atılacak demokratik adımları destekler. Bu anlamda, Devrimci Gençlik orta öğrenim gençliğinin mücadelesini kendi mücadelesiyle birlikte ele alır ve orta öğrenim gençliğinin kitlesel-demokratik örgütlenmesini yaratmasını programının bir parçası sayar.

GENÇLİK MÜCADELESİNİN GÜNÜMÜZDEKİ EKSENİ

Ülkemizdeki gençlik mücadelesi, farklı dönemlerde aynı hedef için ama farklı eksenlerde (içeriklerde) gelişmiştir. Her dönem kendi koşulları gereğince sınıflar mücadelesinin nabzının temel ekseni ortaya çıkartır. Bir başka ifadeyle, bu olgu yaşanılan dönemin özelliklerine göre öne çıkan baş çelişkinin sınıflar mücadelesindeki somut aktüel biçimlenişidir.

“65”lerde anti emperyalist mücadele, 75’lerde anti faşist mücadele” ekseni, devrimci halk güçlerinin ve Devrimci Gençliğin mücadelesini karakterize ederken mücadeleye de meşruiyet (tarihsel ve somut bir haklılık) sağlamaktaydı. 80’li yıllar ise “faşizme karşı demokrasi mücadelesi” ekseninde karakterize olmaktadır. Bugün kavranması gereken temel mücadele halkası, 12 Eylül’ün dayattığı kurumların (12 Eylül felsefesi ve buna bağlı olarak dayatılan program; YÖK vb.) bekçiliğini yapan resmi-faşist güçlerin işgalinde ve polis-idare iş birliğinde somutlanan etkinliklerinin öğrenci gençliğin aktif kitlesel savunma çizgisi ile kırılmasıdır. Resmi-faşist güçlere karşı gelişecek bu savunma çizgisi başarı sağladıkça, elde edilen mevziler devrimci demokrasi anlayışıyla tahkim edilmelidir. Böylece bir yandan demokratik hak ve talepler genişletilirken, diğer yandan da bu mücadele iktidar mücadelesine tabi olarak gelişecek, kitlelerin kendi demokratik iktidar organlarını bugünden yaratmalarını hedefleyecektir.

Devrimci Gençlik’in taleplerinin bir bütün olarak gerçekleşebilmesi devrim sorunudur. Devrimci Gençlik’in “özerk demokratik üniversite” sloganında somutlanan talepleri basit yasal düzenlemelerle karşılanamaz. Özerklik talebi, üniversitede demokratik bir eğitim düzeni ve özgür bir üniversite yaşamının kurulabilmesi için faşist rejimden, tekelci sermayeden ve emperyalizmden kurtuluşa ve bağımsızlığa denk düşmektedir. Ancak üniversite çalışanlarının, öğretim üyelerinin ve öğrencilerin kendi inisiyatifleri ve özgüçleri temelinde geleceğin üniversitelerinin nüvelerini bugünden yaratılması doğrultusunda katedilebilecek geniş bir alan (fiili veya yasal olarak) elde edilebilecek pek çok hak bulunmaktadır. (3)

Faşizmin köklü bir programla gençliği uysal köleler haline getirme girişimleri ve polis-idare iş birliği ile öğrencilere karşı yürütülen saldırgan politika dikkate alındığında, bunlara karşı en geniş öğrenci kitlelerinde beliren kendiliğindenci tepki faşizme karşı demokrasi mücadelesini daha önemli kılmaktadır. İşte, faşizme karşı demokrasi mücadelesinde çözücü olgu, resmi- faşist teröre karşı öğrenci gençliğin meşru, kitlesel savunma çizgisidir. Resmi-faşist teröre karşı direnişin yükselmesiyle mücadelenin kitleselleşme düzeyinde görülen gelişme bu saptamanın doğruluğunun en açık kanıtıdır.

Bu mücadelenin bir diğer boyutu ise, gençliğin kendi inisiyatifini geliştirmesi ve bu inisiyatifini doğrudan demokrasiyi hedefleyen ve bugünden yaşama geçirmeyi önüne koyan bir anlayışla örgütlendirmesidir. Gençlik hareketi, en geniş gençlik kitlesinin kendi demokrasi deneyimlerini yaşayacakları bir demokrasi okulu olmalıdır.

Sosyalizmin bugün yaşadığı sorunlar karşısında bu bakış açısı daha da önem kazanmaktadır. Tüm sosyalist ülkelerde, kitlelerin demokrasi talebi ile kanlı ayaklanmalara varan girişimleri, yıkılan duvarlar her türlü revizyonizmin çıkmaz sokak olduğunu ilan etmiştir. Bu olumsuzlukların aşılmasının biricik yolu kitlelerin en geniş devrimci inisiyatiflerini geliştirecekleri kendi demokrasi deneyimlerini yaşayacakları mekanizmalar yaratmaları, devrimin salt bir politik iktidar değişikliği ile sınırlı kalmayıp köktenci bir toplumsal devrim olarak gelişmesinde hayati önem taşımaktadır. Toplumsal devrim belirsiz bir geleceğin değil, bugünün sorunudur; gelecek, bugünün mücadeleleri içerisinde kurulan ilişkilerin üzerinde gelişecektir. Gelecek toplumun öncüleri olan devrimciler, kitleleri güzel yarınlar vadederek değil, yarınların ilişkilerini bugünkü mücadelenin içerisinde yaratarak mücadelenin kopmaz bir parçası haline getirebilirler. Öncü ile kitle arasındaki devrimci ilişki tarzının temel unsurları olan bu doğrudan demokrasi pratiği, mücadelenin, devrimin ve devrimci hareketin (partinin) gelişimi açısından vazgeçilmez niteliktedir.

Bu perspektif, gençlik mücadelesinin kendi devrimci demokrasi mekanizmalarını zorunlu kılmaktadır. Yaratılacak örgütlenmeler (mekanizmalar) resmi-faşist teröre karşı gelişen gençlik mücadelesinin bugün içinde bulunduğu krizden çıkmasının ve istikrarlı bir gelişme göstermesinin de aracı olacaktır. Demokrat ve sorunlara ilgi duyan tüm öğrencileri kapsayacak (anfi, sınıf, yurt vb.) komiteler oluşturarak, öğrenci kitlelerinin inisiyatiflerini ortaya koyabilecekleri örgütlenmeler yaratılmalıdır. Bu komiteleri oluşturma doğrultusunda devrimciler yoğun çaba sarf etmeli ve komitelere mutlaka işlerlik kazandırmalıdırlar. Böylece dernek faaliyetleri de bugünkü yarı-legal görünümlerinden kurtulacaktır. Dernekler, komiteler aracılığıyla fiili bir meşruiyet sağlamalı ve kendi demokrasilerini yaratarak anfi komitelerinin bir üst organına dönüşmelidirler.

MÜCADELE ANLAYIŞI-ÇALIŞMA TARZI

Mücadele anlayışı, çalışma tarzı ve örgütlenme anlayışı birbirleriyle doğrudan bağlantılı konulardır. Yürütülen mücadelenin kimlere karşı, hangi araçlarla yürütüleceğini belirleyen mücadele anlayışının yanı sıra, mücadelenin kiminle ve nasıl yürütüleceğini belirleyen çalışma tarzına verilecek cevaplar, örgütlenme anlayışının da sacayaklarını oluşturur.

Ülkemizde, devlet aygıtını biçimlendiren faşizmin doğasından kaynaklanan saldırganlık ile demokratik halk güçlerinin savunma çizgisi etrafında şekillenen mücadele, başından itibaren şiddet biçimleri kazanmaktadır. Bu nedenle devrimci hareket, gelişiminin başlangıcından itibaren ülkenin bu yapısal özelliklerine uygun bir mücadele anlayışıyla çalışma tarzı ve örgütlenme anlayışını birleştirmek ve hayata geçirmek durumundadır.

Bu genel perspektifin ardından, konunun bugün devrimci gençlik açısından önem taşıyan kimi boyutları üzerinde durmak gerekiyor.

Bugün gençlik mücadelesinin temel ekseni, (Üniversite bahçesinde ele ele gezen gençlere müdahale eden sivil polislerden öğrencilerin bir araya gelmesini önlemek için kantini kapalı tutan rektörlüğe, öğrenci yurtlarındaki kışla disiplininden 1 Mayıs’ta gençlere kurşun sıkan ellere dek uzanan) resmi faşist teröre karşı öğrenci gençliğin meşru kitlesel savunma çizgisinde somutlanan “faşizme karşı demokrasi mücadelesi” ile karakterize olmaktadır.

Gençliğin resmi güçlerin saldırısı karşısındaki tepkileri iki temel biçim Birinci ve yaygın olanı, faşizme karşı kitle mücadelesinin kazanmaktadır geliştirilmesini bir kenara bırakarak fiilen bu alanı terk etmek biçiminde ortaya çıkmaktadır. Bu tutum bireysel çözümler peşinde koşmak; politikadan uzak alt kültür grupları oluşturmaktan, gençlik mücadelesini dar yapılarla yürütülen eylemliliklere indirgemeye dek oldukça geniş bir davranış çeşitliliği içinde kendin göstermektedir. Diğer bir biçim ise (örgütlülük seviyesi ve bilinç düzeyi yetersiz olsa da) resmi faşist saldırı ve işgalden zarar gören öğrenci kitlesini harekete geçirerek kitlesel bir savunma hattını oluşturmaya çalışmak olarak ortaya çıkmaktadır.

Faşizme karşı mücadeleyi merkezi bir sorun olarak ortaya koyup aktif ve kitlesel bir savunma çizgisini bu mücadelenin başarıya ulaşmasında kaçınılmaz bir koşul sayan Devrimci Gençlik, gençliğin öz-savunma eylemini tutarlı bir anti faşist mücadele programının bir parçası olarak geliştirmek ve yetkinleştirmek görevi ile karşı karşıyadır.

Geniş gençlik kitlelerinin kendi inisiyatiflerini faşizme karşı demokrasi mücadelesi içerisinde kazanmalarını sağlayarak kitlelerle bütünleşecek, kitleleri yönlendirebilecek bir Devrimci Gençlik Hareketi, ancak gerekli yeteneklere sahip kadrolar aracılığıyla söz konusu olgunluğa ulaşabilir.

Örgütlenme sözcüğü en dar anlamıyla kadrolar demektir. Bu bakımdan Devrimci Gençlik için en önde gelen konulardan biridir.

Kadrolar bir yandan teori ile pratik arasında tutarlı bir birliği temsil ederlerken diğer yandan bugün ile gelecek arasındaki köprüyü kişiliğinde somutlaştıran bireyler olmalıdırlar. Belirli bir teorik-pratik birikim üzerinde temellenen gelişkin siyasal perspektiflere sahip, araştırıcı, üretken ve sorgulayıcı niteliklerinin yanında inisiyatif, yaratıcılık ve sürükleyicilik gibi yeteneklere de sahip olması gereken kadrolar, gösterdikleri hedeflere en önde koşan öncüler ve hareket halindeki kitleleri yönlendiren önderler olmalıdırlar. Bu nedenle kadrolar öncelikle kitlelerin gözünde kendi söylediklerini yapan insanlardır. Kendi söylediklerini yapa- mayanlar önderlik yapamazlar. (Kuşkusuz hiç kimsenin bir diğerine tepeden bakma amir-memur ilişkisi içerisine girme hakkı yoktur.)

Devrimci Gençlik ancak bu tür kadrolar aracılığıyla gençlik yığınlarıyla bütünleşebilir. Kadroların yetkinleşmesi ise sınıflar mücadelesinin gelişimi içinde mümkün olabilir. Özellikle bugünkü koşullarda, -kadrolaşmanın yeterince sağlanamadığı, her şeyin başlangıcında olunduğu bir noktada- en geniş kitle çalışması içinde en dar kadro çalışmasının temel alınması, kadro ve kitle çalışmasını bir arada yürütmenin bir ifadesidir. Böylece, bir yandan gençlik kitlelerine seslenirken onlar arasındaki en bilinçli, öncü unsurlarla ilişkiye geçilerek, onların birer siyasi kadroya dönüşmelerinin gereği ortaya konmaktadır. Kadro çalışması mı, kitle çalışması mı türü bir ikilem Devrimci Gençlik için söz konusu değildir. Kitle çalışmasının, propaganda, ajitasyon, örgütlenme çalışması vb. gibi kitlelerin verili durumlarını değiştirmeyi amaçlayan biçimleri, aynı zamanda kadroların geliştirilmesi ve yetkinleştirilmesine hizmet eder.

Gençlik mücadelesi bugüne dek kendi yasal, yarı-yasal ve yasal olmayan ama hepsi meşru olan mücadele biçimlerini yaratarak gelişti. Bu bakımdan, çalışma tarzını yalnızca belirli biçimlerle sınırlı tutmak, yaratacağı hantallık ve ataletle gençliğin kendiliğindenci hareketliliğinin bile gerisinde kalmak anlamına gelecektir ve bugün geniş kitlelere ulaşmayı sınırlayıcı bir rol oynayacaktır. Bu nedenle, her tür çalışma tarzını da kendi içinde barındıran bir anlayışla yeni fiili biçimler yaratılmalıdır. Bu konuda, bugün en önemli kaygı ve başarının turnusol kâğıdı, yaratılacak biçimlerin kitlelerin nezdinde “meşru” olmasıdır. Yoksa yasal olup olmaması değil. Bu ise, sınıf mücadelesinin gelişim seyri ile bizim müdahale ediş biçimimiz arasında tam bir uygunluk ve bütünleşme sağlanmasından geçer.

ÖRGÜTLENME ÜZERİNE

Bugün gençlik mücadelesinin önündeki temel hedef bağımsız, kitlesel-demokratik bir gençlik hareketinin yaratılmasıdır. Gençliğin kitlesel-demokratik hareketi, hiçbir parti veya siyasal odağa organik anlamda bağlı olmamalıdır. Örgütsel bağımsızlık, gençliğin yaratıcı, devrimci inisiyatifinin yapıya egemen kılınabilmesi açısından gereklidir. Kuşkusuz, devrimci gençler gençlik hareketinin en ileri, en militan unsurlarını oluşturmalı ve harekete önderlik etmelidirler.

Oysa gençlik mücadelesinin bugünkü kesintili ve cılız seyrinin de gösterdiği üzere, gençlik kitlelerinin örgütlülük düzeyleri oldukça geridir. Derneklerin üye sayıları ve üyelerinin mücadeleye aktif katılım oranlarındaki düşüklük, tutarlı mücadele programına sahip olmayışları, bu açıdan en net göstergelerdir. O halde, gençlik mücadelesinin içinde düştüğü kriz ancak faşizme karşı demokrasi mücadelesinde somutlanan temel halkanın yakalanması ve bu anlayış doğrultusunda en geniş kitlelerin inisiyatifini seferber edebilecek program ve örgütlenme biçimlerinin yaşama geçirilmesiyle açılabilir. Anfi, sınıf, yurt vb. komiteleri, bu tür örgütlenmeler olarak gençlik mücadelesinin gündemine girmelidir. Böylece, dernekler geniş gençlik yığınlarını kapsar hale getirilmeli ve giderek anfi komitelerinin üzerinde yer alan merkezi birim örgütlenmelerine dönüştürülmelidir. Ve dernekler bugün de var olan il/bölge/ülke platformlarını güçleriyle orantılı bir katılım anlayışıyla oluşturmalıdırlar. Hedef gençliğin merkezi-demokratik-kitlesel mücadele örgütünün (DEV-GENÇ) bir federasyon halinde yapılandırılması olmalıdır. (4)

Örgütlenme açısından Dev-Genç mücadelesinin geçmiş deneyimleri bugünkü sürece de ışık tutmaktadır. Bugünkü pek çok tartışmanın uzun yıllar önce tekrar tekrar yaşanmış olması öğreticidir.

“…Bilinir ki bir örgütün yapısını belirleyen şey onun eyleminin içeriğidir. DGDF’nin eyleminin içeriği en geniş kitleleri temel aldığı için kitlesel ve gençliğin mücadelesini bağımsızlık ve demokrasi bağlamında ele almaya çalıştığı için de demokratiktir. Bu demokratik kitle örgütü olma konumu onun üyelerinde arayacağı nitelikleri de koşullar. Anti emperyalist, anti faşist ve anti şovenist olmak DGDF’ye üye herhangi bir dernek içinde yer almak için yeterli koşuldur. Bu ilkeler sosyalistliğin değil, demokrat olmanın asli ilkeleridir Emperyalizme, faşizme ve şovenizme karşı olmadan asgari ölçüde bir demokrat olunamaya- cağı açıktır. (…) Elbette ki üyelik için Marksist-Leninist olmayı şart koşan komsomol tipi sosyalist gençlik örgütlerinin de kurulabilmesi mümkündür. Ve bu tür örgütler esas olarak proletarya partisine kadro yetiştirmeye yönelik ve onun yan kuruluşları olarak görev yapan gençlik dernekleri olarak düşünülmelidir. (…) Ama ülkemizde bizim anladığımız anlamda bir proletarya partisi yoktur. Dolayısıyla da gençliğin komsomol tipinde, partiye kadro yetiştirmeye yönelik olarak bir örgütlenme çatısı altında bir araya getirilmesi doğru bir tutum değildir. DGDF başlangıcından beri bir sosyalist gençlik örgütü, bir kadro örgütü olarak değil bir demokratik kitle örgütü olarak kurulmuş ve buna uygun bir mücadele yürütmüştür. Yönetiminde devrimci gençlerin bulunması onun bu konumunu ortadan kaldıran bir şey değildir. Çünkü demokratik kitle örgütleri yönetiminde hangi görüşten insanlar bulunursa bulunsun bir noktada kuruluş, ilke ve amaçlarıyla sınırlı bir mücadele yürütmek zorundadırlar. Ne onlara yapısına uygun olmayan görevler yüklemek ne de kitle bayrağını daraltacak bir “gizli örgüt” gibi ele almak doğru bir tutum sayılmaz.” (1960’lardan 1980’e Gençlik ve Mücadelesi/Dev-Genç Savunması, S153-155)

Nitekim bugün de gençlik örgütlerini anti arındırmak gerektiğini öne sürenler, gerçekte faşist, anti emperyalist ve anti şovenist ilkelerden bu örgütleri “faşizme karşı demokrasi mücadelesi”nden uzaklaştırmayı ve gençlik mücadelesini “sendikal” bir mücadeleye indirgemeyi amaçlamaktadırlar. Oysa faşizme karşı mücadeleyi eksenine koymayan bir akademik mücadele kendi gerçek kapsamıyla ele alındığında bu sınırlı amacı bakımından bile yüzeysel başarıların ötesine geçemez. Bu yaklaşımın diğer ucu ise bugün de bir kısımlarının ileri sürdüğü sosyalist gençlik örgütlenmeleri önerisidir. Bu anlayış nesnel olarak, gençlik mücadelesini dar yapılara hapsetmeyi öngörmektedir.

Öte yandan gençlik örgütleri, gençliğin yoğun mücadele ortamı içerisinde, demokratik kurumlaşmaları olabildiğince derinlemesine yaşamasını sağlayan örgütler olmalıdır. Üyeleri, mücadelenin gerektirdiği mekanizmaların oluşumu ve denetiminde kısıtlamasız yer almalıdır.

Gençlik örgütlerinde gündeme gelen tepeden inmecilik gibi yöntemler demokrasi mücadelesinde yer alan unsurların resmi faşist işgalden arındırılan alanlarda yeni bir demokrasinin gelişmesinde etkin bir biçimde rol almalarını olanaksız hale getirir. Buna karşılık, bir başka eğilim olarak göze çarpan biçimsiz, her kafadan bir sesin çıktığı, hiçbir bağlayıcılığı olmayan “örgüt” (aslında buna güruh demek daha doğrudur) anlayışlarının üzerine de kararlılıkla gidilmelidir. Gençlik örgütlerini fikir jimnastiği yapılan yerler olarak kavrayan bu yaklaşımların egemen hale gelmesi mücadeleyi olanaksız hale getirecektir. Kısaca, demokratik-merkeziyetçilik (“bürokratik” merkeziyetçilik değil) gençliğin kitlesel mücadele temel işleyiş ilkesi olmalıdır.

Bir başka sorun da yönetim organlarının oluşmasıyla ilgilidir. Kimileri hala birliği korumanın yolunun nispi temsile göre oluşmuş yönetim kurullarının süreklileştirilmesine bağlı olduğunu savunmaktadır. Gerçekte oldukça demokratikmiş(!) gibi görünen bu yaklaşım, örgüt içi demokrasiyi içine sindirememenin en basit ifadesidir. Mücadele örgütleri, tartışma gündemleri, mücadele programları tarafından belirlenen ve yönetimleri örgüt çoğunluğunun benimsediği programı hayata geçirmeye yetenekli ekipler tarafından üstlenilmiş yapılar olmalıdır. Çoğunluğun benimsediği programa ve taktik çizgiye karşı çıkan üyelerin, süreci bütün aşamaları denetlemeleri ve bu hakların güvence altına alınması başka bir şeydir, örgütün çoğunluk iradesini yaşama geçirmek üzere organlar oluşturması başka bir şey. Birincisinin uygulanması, anfi toplantıları, forumlar, genel kurullar vb.nde sağlanır, örgüt çoğunluğunun görüşlerini uygulamakla görevli organları çalışamaz hale getirecek formüllerle değil. Ancak bundan yönetim kurullarında siyasal tekel oluşturma amacı çıkarsanmamalıdır. Devrimci Gençlik tüm demokrasi güçlerinin faşizme karşı aktif kitlesel mücadelesini esas alan bir programlayarak hayata geçirmeyi önüne koyan birliklerden yanadır. Mücadele örgütlerinin yönetim organlarının da bu tür birlikler halinde oluşturulmasını, ulaşılması ve korunması gereken bir amaç olarak ele alır.

Gençlik mücadelesi örgütleri yalnızca genel kurullar ve yönetim kurullarıyla sınırlı basit “meclisler” olarak düşünülmemelidir. Faşizme karşı mücadele hayatın bütün alanlarını kapsayan çok yönlü bir mücadeledir. Bu nedenle, gençlik örgütleri, propagandadan savunmaya, sosyal yardımlaşmadan eğitime, sanatsal kültürel etkinliklerden öğrencilerin güncel gereksinimini karşılamaya dek birçok alanda güçlerine ve hedeflerine uygun iş bölümlerini ve öncelik sıralamalarına gitmeli, herkesin her işe koşturduğu ve karşılığında çok az şeyin yapılabildiği çalışma biçiminin yerini planlı, rasyonel ve etkin bir çalışma düzeni almalıdır.

SONSÖZ

Ülkemizde güçlü bir Devrimci Gençlik hareketi geliştirmek için yola çıkanlar, son derece karmaşık ve ağır bir yükü omuzlamak durumundadırlar.

Bugün genel olarak sosyalizmin yaşadığı gerileme döneminde karşı karşıya kalınan sorunlar ve özel olarak 12 Eylül sonrası uygulanan solu etkisizleştirme programı nedeniyle “solculuk” geniş halk kitleleri ve gençlik yığınları nezdinde prestij ve güven kaybına yol açmıştır. Sosyalizmin idealleri kitlelerin gözünde inandırıcılığını yitirmeye yüz tutmuş, ortalığı her boydan burjuva patentli ideolojiler kaplamıştır.

Oysa sosyalizm insanlığın gelişmesinde önemli bir dönemeç oluşturmuştur. Sosyalist devrimler uygarlık tarihinde yeni bir çağ açarak, insanın özgürleşmesi amacını bir ütopya olmaktan çıkartmış, bu idealin gerçekleştirme olanağını yaratmıştır. Kuşkusuz, bugün sosyalizm ciddi bir gerileme yaşamakta, ciddi sorunlarla yüz yüze kalmaktadır. Ancak insanlık tarihinin binlerce yıllık geçmişi içerisinde, kapitalizmin ilk gelişim sürecinin bile üç-dört yüzyıl sürdüğü düşünülürse, iradi bir geçiş süreci olan sosyalizmin mazisinin pek de uzun olmadığı anımsanacaktır. Tüm bunlara rağmen, sosyalizm bugün yaşadığı sorunları özgür ve eşit bir dünya doğrultusunda aşmak zorundadır, aşacaktır. Özgür ve eşit bir dünya ancak sosyalizmin idealleriyle olanaklı kılınabilir.

Evet, sırtımızdaki yük ağırdır. Faşizmin baskı ve terörü yenilginin yarattığı psikolojik bataklık eski, yeni pek çok insanın ruhunu köreltmektedir. Kısır bir döngü içinde kalan insanlar kısa sürede kendilerini ve birbirlerini tüketir hale gelmektedirler. Bu kısır döngü aşılmalı, insanların ruhunu körelten bu bataklık kurutulmalıdır. Bu ise, cesur davranmakla, tüm ideolojik, politik, pratik sorunların üzerinde cesaretle giderek toplumsal mücadelenin yükseltilmesiyle olasıdır.

Belirli bir mücadele geleneğine dayanan Devrimci Gençlik, bu sorunları aşabilmek için gereken ideolojik-politik birikime sahiptir. Cesur olmamak için hiçbir neden yoktur.

Devrimci Hareket geçmiş mücadelede sosyalizmin karşı karşıya kaldığı sorunları ortaya koymuş ve bunları kendi mücadele düzeyinde aşmaya yönelik çeşitli öneriler sunmuş, yaşama geçirmiştir. Devrimci Hareketin “sosyalist geçiş süreci”ne yönelik çözümlemeleri, “direniş komiteleri” önerileri, anlayış olarak bugün en geniş sol kesimlere mâl olmuştur. Aynı şekilde, Devrimci Hareketin 1971 pratiğinden bu yana devrimci halk güçlerinin eyleminde cisimleşen ideolojik-politik tezlerinin önemli bir bölümünün artık hareketin sınırlarını aştığı ve emekçi halk muhalefetinin tarihsel bir kazanımı haline geldiği yadsınamaz bir gerçektir. “Emperyalizmin güncel özelliklerinden”, “sömürge tipi faşizm” analizine; “iç savaş” saptamasından “kesintisiz devrim” esprisine dek pek çok tanım, saptama ve önerme üzerinde 1980 öncesinde kopan fırtınaların yerine geniş bir onay almıştır.

Elbette, bu durum bugün karşı karşıya bulunulan ideolojik-politik sorunların tümünü cevap lamaya yetmemektedir. Ancak, pek çok eğilimde görüldüğü gibi, bugün sıfırdan başlamıyoruz. Elimizde ciddi bir birikim, önemli köşe taşları, güçlü bir perspektif mevcuttur. Bu karmaşa ortamında asıl çözülmesi gereken “zinciri sürükleyecek halkanın yakalanması” ve “göçün yolda düzeleceğinin” bilincine varılmasıdır. Sorunların üzerine cesaretle gidebilmemizin itici gücü, ayağımızın bu ülke topraklarına sağlam basıyor olmasından ileri gelmektedir. Bizler, 20-25 yıldır ülkede ihtilalci bir ruhla ortaya çıkan başkaldırı geleneğinin en genç üyeleriyiz. Bu geleneğe uygun atak ve militan bir mücadele çizgisi halklarımıza karşı sorumluluğumuzun bir parçasıdır. Bu büyük bir iddiadır. Biz bugün bu iddia ile ortaya atılıyoruz. Devrimcilik, büyük iddiaların gereklerini yerine getirmek, büyük yaşamak, yüce bir ruh zenginliğine sahip olmaktır. Devrimci Gençlik bu onurlu değerlere sahip çıkacak ve coşkulu mücadelesiyle ülkemizde çarpan yüreklerin sesi olacaktır.

YAŞASIN GENÇLERİN DEVRİMCİ EYLEMİNİN BİRLİĞİ.

YAŞASIN GENÇLİĞİN ÖZERK-DEMOKRATİK ÜNİVERSİTE MÜCADELESİ. ÜNİVERSİTELER BİZİMDİR. KAHROLSUN FAŞİZM, YAŞASIN MÜCADELEMİZ, YAŞASIN SOSYALİZM.

1990

DİPNOT

(1) Burada “sürükleme” sözcüğünü belli bir yaklaşımı vurgulamak için kullandığımızın bilinmesinde yarar var. Sürüklemek, farklı çevreleri yerinden oynatmak-parçalamak-dağıtmak gibi bir anlayışı yansıtmaktadır.

(2) Gençliğin akademik-demokratik mücadelesi ve diğer sorunlarına ilişkin görüşmelerimizi bir başka broşürde daha kapsamlı olarak ele almayı düşünüyoruz.

(3) Örneğin, 75’ler sonrasında ODTÜ ÖTK (Öğrenci Temsilciler Konseyi) deneyi, geçmişte varılan en ileri nokta olması açısından ve içerdiği zengin deneyimlerle “özerk demokratik üniver- site” kavgasında bir kilometre taşıdır. ÖTK fiili olarak yasal hakların çok ötesinde haklar elde etmiş, bunları üniversitedeki tüm kitle ve kurumlar düzeyinde meşrulaştırmış ve doğrudan demokrasinin üniversitede uygulanması yolunda küçümsenmeyecek bir mesafe katetmiştir.

(4) Devrimci Gençlik koşulların sınırlayıcılığını gerekçe göstererek, birim örgütlerinin bugünkü durumda gerçek bütünleşme eksenini oluşturan il/bölge/ülke platformlarının ilerdeki sağlıklı bir federasyonlaşmaya yöneltilmesini esas almak yerine, pek de yabancısı olunmayan “naylon” Örgütlerle işin kılıfına uydurulmasına karşıdır. (Bu tür örgütlenmelerin geçmişte gençlik mücadelesine ne denli büyük zararlar verdikleri hatırlanmalıdır.) Devrimci Gençlik yer yer aynı türden yasal/yasadışı baskılarla işlemez hale getirilmeye çalışılmalarına karşın, tüzel kişilikleri, binaları, vb. olmayan birim derneklerinin fiili bir meşruiyet sağlayarak genel kurullarını ve kitle toplantılarını anfilere, koridorlara, bahçelere taşıyarak çalışabildiğini göstermiştir. Artık tümüyle meşru ve açık bir biçim kazanmış olan il/bölge/ülke platformlarının, biçimsel olarak bugünkü merkezi-demokratik karar organları halinde örgütlenebilmelerinin önündeki tek engel, birim derneklerinin sağlıklı bir işleyişe kavuşturulmamış oluşudur.

Tagged in :